Hilafetin Kaldırılması Hakkında Uzun Bir Yazı

Hilafetin Kaldırılması (3 Mart 1924)

ATATÜRK Söylev’de Hilafetin kaldırılmasına ilişkin şunları söylemektedir:
“Sayın Baylar, her sorunda ve her yürütüm evresinde kendisini söz konusu ettirmiş olan halifeye ve halifeliğe bir kez daha değineceğim.
1924 yılı başında, büyük ölçüde bir ordu savaş oyunu yapılması kararlaştırılmıştı. Bu savaş oyununu İzmir’de yapacak-tık. Bunun için 1924 yılı ocak ayı başında İzmir’e gittim. Ora-da iki aya yakın kaldım.
Orada iken, halifeliğin kaldırılması zamanının geldiği yargısına varmıştım. Bu işin nasıl yapıldığını olduğu gibi özetle-meye çalışacağım.
Başbakan İsmet Paşa’dan 22 Ocak 1924 günlü bir şifre tel aldım. Onu, olduğu gibi bilginize sunayım:

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Yüksek Katına
Bir süreden beri halifelik makamı ve Halifenin kişiliği ile ilgili olarak gazetelerde, yanlış anlamalara yol açabilecek yayınlara rastlanması ve boş yere yapılan bu saygısızca yayınlarda ve özellikle, ara sıra İstanbul’a giden hükümet ileri gelenlerinin ve resmi kurulların kendisiyle görüşmekten sakınıp çekinmeleri dolayısıyla, Halifenin büyük bir üzüntü duyduğunu; bu yüzden başmabeyincilerini Ankara’ya göndererek, ya da güvenilir bir kişinin İstanbul’a, kendi yanına gönderilmesini rica ederek duygu ve dileklerini ulaştırmayı düşünmüş ise de, kötü yorumlanabilir diye bundan da vazgeçtiğini söylediklerini, Baş-yazman Bey bir yazı ile bildirmektedir. Ayrıca ödenek işi de uzun uzadıya anlatılarak Halifelik Hazinesinin gücü-nü aşan ve yükümlülüğü dışında kalan giderler için Maliye Hazinesince yardımda bulunulacağı yolunda Hükümetçe 15 Nisan 1923 gününde yapılan bildirimin incelenmesi ve gereğinin sağlanması istenmektedir. Durum Bakanlar Kurulu’nca görüşülecektir. Sonucu ayrıca bilginize sunarım efendim.
İsmet
Bu tele yanıt olarak makine başında yazdığım telyazısı şu-dur:

Makina Başında İzmir
Ankara’da Başbakan İsmet Paşa Hazretlerine
Y: 22.1.1924 şifreye:

Halifelik makamı ve Halifenin kişiliği ile ilgili yanlış anlamalar ve kötü yorumlar ortamı, Halifenin kendi tutum ve davranışından doğmaktadır.

Halife, iç ve özellikle dış yaşayışla ataları olan padişahların yolunu izler gibi görünmektedir. Cuma alayları, yabancı devlet temsilcileri yanına görevliler göndererek ilişki kurmak, gösterişli gezintiler, saray yaşayışı, sarayında yedek subaylara varın-caya dek kabul etmek ve onların yakınmalarını dinlemek ve onlarla birlikte ağlamak gibi davranışlar bu arada sayılabilir. Halife, Türkiye Cumhuriyeti ile Türkiye halkı karşısındaki durumunu düşündüğü zaman İngiltere Krallığı ile Hindistan Müslüman halkı ya da Afgan Devleti ile Afgan halkı karşısındaki durumu bir ölçü olarak dikkate al-malıdır. Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki bugün var olan ve korunmakta bulunan Halifenin ve halifelik makamının, gerçekte ne din ne de siyasa bakımından varlığının hiçbir anlamı ve gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti, varlığını ve bağımsızlığını boş laf yüzünden tehlikeye atamaz. Halifelik makamının bizce olsa olsa, tarihsel bir anı olmaktan daha çok bir önemi olamaz. Türkiye Cumhuriyeti ileri gelenlerinin, ya da resmi kurulların kendisi ile görüşmesini istemesi bile Cumhuriyetin bağımsızlığına açık saldırıdır. Başmabeyincisini An-kara’ya göndererek ya da güvenilir bir kimseyi kendi yanına getirerek, Hükümete duygu ve dileklerini ulaştırmak istemesi de Cumhuriyet Hükümeti ile karşı karşıya durum alması demektir. Buna da yetkisi yoktur. Kendisiyle Cumhuriyet Hükümeti arasındaki yazışmalarda Başyazmanını aracı kılması da yersizdir. Başyazman Bey’in, böyle saygısızca davranıştan sakınması gerektiği, kendisine bildirilmelidir.

Halifenin dirliği ve geçimi için, Türkiye Cumhurbaşkanının ödeneğinden kesinlikle daha aşağı bir ödeneğin yetmesi gerekir. Amaç yaldızlı ve gösterişli yaşamak değil insanca yaşamak ve geçim sağlamaktır.

“Halifelik Hazinesi” demekle ne denilmek istendiğini anlayamadım. Halifeliğin hazinesi yoktur ve olamaz. Kendisine böyle bir hazine atalarından kalmış ise resmi ve açık olarak bilgi alınmasını ve bana bildirilmesini rica ederim. Halifenin aldığı ödenekle karşılanamayan yükümler neler imiş ve 15 Nisan 1923 günlü bildirimle Hükümet nelere söz vermiştir? Bunu bildirmek iyiliğinde bulununuz. Halifenin konutunu belirtip saptamak, Hükümetin şimdiye değin yapmış olması gereken bir ödev idi. İstanbul’da, ulu-sun boğazından kesilen paralarla yapılmış birçok saraylar ve bu sarayların içindeki birçok değerli eşya ve gereçler, hükümetin bu yolda bir saptama yapmaması yüzünden yok olup gidiyor. “Halifenin yakınları, sarayların en değerli gereçlerini Beyoğlu’nda, şurada burada satıyorlar.” diye söylentiler vardır. Hükümet bunlara hemen el koy-malıdır. Satılmak gerekiyorsa, hükümet satmalıdır. Halifelik kadrosu iyice incelenip düzene sokulmalıdır ki, baş-mabeyincilerin ve başyazmanların varlığı Halifeyi daha da saltanat kuruntusu içinde uyutmasın. Fransızlar, kral soyundan olanları ve yakınlarını Fransa’ya sokmakta, bağımsızlıkları ve egemenlikleri için yüz yıl sonra, bugün bile sakınca görüp dururken; her gün çevrenden saltanat güneşi doğmasına duacı bir padişah soyuna ve yakınlarına karşı davranışımızda, Türkiye Cumhuriyetini nezakete ve boş şeylere kurban edemeyiz. Halife, kendinin ve makamının ne olduğunu açık olarak bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükümetçe sağlam ve köklü önlemler alınarak bildirilmesini rica ederim efendim.

Türkiye Cumhurbaşkanı
Gazi Mustafa Kemal

Bu yazışmadan sonra savaş oyunu dolayısıyla İsmet Paşa ve Milli Savunma Bakanı bulunan Kâzım Paşa da İzmir’e gelmişlerdi. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da daha önce orada bulunuyordu. Hepimiz halifeliğin kaldırılması gerektiği görüşünde idik. Bununla birlikte Dinişleri ve Evkaf Bakanlıklarını da kaldırmak ve öğretimi birleştirmek kararında idik.
1924 yılı Martının birinci günü, Meclisi açmam gerekiyordu.
23 Şubat 1924 günü Ankara’ya dönmüş idik. Burada da gereken kişilere kararımı bildirdim.
Mecliste bütçe görüşmeleri sürüyordu. Osmanoğulları ödenekleri ile Dinişleri ve Evkaf Bakanlığı bütçeleri üzerinde durmak gerekiyordu. Arkadaşlarımız, bu amaca göre konuşmalara ve eleştirilere başladılar. Görüşme ve tartışma sürdürüldü. 1 Mart günü, Büyük Millet Meclisinin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim söylevde özellikle şu üç noktaya değindim:

1- Ulus, cumhuriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin olarak ve sonsuzluğa değin korunmasını istemektedir. Ulusun isteği, “cumhuriyetin, hiç zaman geçirilmeden, denenmiş ve tanıtlanmış bütün ilkelere tümüyle dayandırılma-sının sağlanması” diye belirtilebilir.
2- Kamuoyunun eğitim ve öğretimin birleştirilmesinden yana olduğu saptanmış bulunduğundan, bunun hiç zaman geçirilmeden uygulanmasını gerekli görüyoruz.
3- Müslümanlığı, yüzyıllardan beri, yapılageldiği üzere, bir siyasa aracı olarak kullanılmaktan kurtarmanın ve yücelt-menin çok gerekli olduğu gerçeğini de görüyoruz.
2 Mart günü Parti Grubu toplantıya çağrıldı. Belirttiğim bu üç sorun, ortaya atıldı ve görüşüldü. İlkeler üzerinde anlaşma-ya varıldı. 3 Mart günü, Meclisin birinci oturumunda, Başkan-lığa gelen yazılar arasında şu önergeler okundu:
1- Halifeliğin kaldırılması ve Osmanoğulları soyundan olanların Türkiye dışına çıkarılması ile ilgili Şeyh Saffet Efendi ile elli arkadaşının yasa önerisi.
2- Dinişleri ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığının kaldırılması ile ilgili Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının yasa önerisi.
3- Eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ile ilgili Manisa Milletvekili Vâsıf Bey ve elli arkadaşının önerileri.

Başkanlık makamında bulunan Fethi Bey: “Efendim, bir-çok imzalarla gelen bu yasa önerilerinin hemen görüşülmesi ile ilgili öneriler vardır. Yüksek oyunuza sunacağım.”dedi ve komisyonlara gitmeden, hemen görüşülmesini oya koydu ve kabul edildiğini bildirdi.
İlk karşı çıkışı Kastamonu Milletvekili Halit Bey (Halit (Akmansü) yaptı. Görüşmeler sırasında Halit Bey’e bir iki kişi daha katıldı. Önerileri destekleyen birçok değerli milletvekilleri kürsüye çıkıp uzun konuşmalar yaptılar. Önerge verenler-den başka, rahmetli Seyit Bey’in ve İsmet Paşa’nın bilimsel ve inandırıcı söylevleri her zaman için okunmaya değer. Görüşme ve tartışma beş saata yakın sürdü. Saat 6.45’te görüşmelerin sona ermesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi 429, 430 ve 431’inci yasaları çıkarmış bulunuyordu.

Bu yasalarla:

“Türkiye Cumhuriyetinde, halkın işleriyle ilgili yasaları yap-maya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümetin yetkili olduğu saptandı” ve “Dinişleri ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı.”
Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumları, bütün medreseler Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı.
Halife, görevinden çıkarıldı (hal’… olundu.) ve halifelik katı kaldırıldı. Çıkarılan Halife ve Osmanoğulları soyundan olanların hepsine, Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturma hakkı süresiz olarak yasak edildi.

Baylar, halifelik makamını tutmakta dinsel ve siyasal yarar ve zorunluk bulunduğu sanısında olan birtakım kişiler, bilginize sunduğum kararların alındığı son dakikalarda halifelik görevini üzerime almamı önerdiler.
Bu gibilere hemen, gereken olumsuz yanıtı vermiştim.

Yeri gelmişken başka bir noktayı da bilginize sunayım. Büyük Millet Meclisi halifeliği kaldırdığı sırada, Antalya Millet-vekili, din bilginlerinden Rasih Efendi, Kızılay adına Hin-distan’da bulunan bir kurulun başkanlığını yapıyordu. Rasih Efendi, Mısır’a uğrayarak Ankara’ya döndü. Benden görüşme isteyerek şunları anlattı: Gezdiği ülkelerdeki Müslüman halk benim halife olmamı istiyormuş. Müslümanların yetkili kurulları bana bu dileği bildirmek için Rasih Efendi’yi vekil etmişler. Rasih Efendi’ye verdiğim yanıtta, İslamların bana olan güven ve sevgilerine teşekkür ettikten sonra dedim ki: “Siz din bilginlerindensiniz. Halifenin devlet başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan uyrukla-rın, bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem, o uyrukların başındaki kişiler bunu kabul eder mi? Halifenin buyrukları ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler buyruklarımı yerine getirebilecekler midir? Bu duruma göre, yapacak işi ve anlamı ol-mayan kuruntudan (mevhum) bir niteliği takınmak gülünç olmaz mı?

Baylar, açık ve kesin söylemeliyim ki, Müslüman halkı bir halife heyulası ile uğraştırma ve kandırma çabasında bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’ nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılmak da ancak ve an-cak bilisizlik ve aymazlık belirtisi olabilir.

Rauf Beylerin, Vehip Paşaların Çerkez Etem ve Reşitlerin, bütün Yüzelliliklerin, kaldırılmış halife ve padişah soyundan olanların, bütün Türkiye düşmanlarının el ele verip bize karşı ateşli olarak çalışıp uğraşmaları, din çabası ile midir? Sınırlarımıza bitişik yerlerde yuvalanarak, hâlâ Türkiye’yi yok etmek için Kutsal Ayaklanma adı altında haydut çeteleriyle, cana kıyma düzenleriyle bize karşı durmadan çılgınca çalışanların amaçları gerçekten kutsal mıdır? Buna inanmak için gerçekten bilisiz ve aymaz olmak gerekir.
Müslümanları ve Türk ulusunu bu kerteye düşmüş saymak ve Müslümanlık dünyasının vicdan arılığından, yaratılış inceliğinden alçakça ve canavarca (caniyane) amaçlar için yararlanmayı sürdürmek, artık o denli kolay olmayacaktır. Saygısızlığın da bir ölçüsü vardır.

İsmet İnönü ise hilafetin kaldırılmasına ilişkin şunları söylemektedir; “Hilafetin kaldırılmasında daha çok mukavemet görmüşüzdür. Saltanatın kaldırılması daha kolay olmuştu. Çünkü, hilafetin baki kalması, Meclis’teki saltanat taraftarlarını tatmin ediyordu.

Fakat bu şekilde ilânihaye iki başlı olarak devam edemezdi. Saltanat taraftarları; zamanı gelince, münasip anında hilafet şekli altında hükümdar idaresi avdet eder ümidini muhafaza ediyorlardı. “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız mille-tindir, Büyük Millet Meclisi bu hâkimiyeti temsil etmektedir, şahsi idare olmayacaktır, fakat hilafet lazımdır, halife aynı zamanda devletin başı olabilir, nitekim şimdiye kadar olmuştur da…” böyle düşünüyorlardı ve hilafetle birlikte bir ümit yaşı-yordu. Görünüş, dışarıda hanedana da büyük ölçüde, uzun müddet ümit vermiştir. Onun için hilafetin ilgası daha çok mukavemete uğramış ve daha derin tesir yapmıştır. Ve ondan sonra ihtilafların başlıca kaynağı olmuştur.

Tunaya, halifeliğin kaldırılışını şu şekilde değerlendirmektedir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin “dini demokrasilik” gibi garip bir özelliğine son vermiştir. İslamiyet’in kuruluşunu takıp eden yıllardan beri süregelen tartışmaları Türk sosyal çevresinden çıkarıp atmıştır.”

İnalcık, “Yeni Türk devleti tarihinde en önemli dönüm noktasını oluşturur. Olay, Türk tarihi ve İslam dünyasında yeni bir devir açmaktadır. Bu kararlar sonucu, her şeyden önce halife Abdülmecid’in ve hanedan üyelerinin Türkiye sınırları dışına sürülmesiyle Osmanlı hanedanının yeni Türk devleti içinde hiçbir yetki ve sorumluluğu kalmıyor, Osmanlı sultan-lığı kesinlikle son buluyordu.”

HİLAFETİN İLGASINA VE HANEDANI OSMANİNİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ MEMALİKİ HARİCİNE ÇIKARILMASINA DAİR URFA MEBUSU ŞEYH SAFFET EFENDİ İLE ELLİ ÜÇ REFİKİNİN TEKLİF-İ KANUNİSİ
2 Mart 1924

Türkiye Cumhuriyeti dahilinde makamı hilafetin vücudu Türkiye’yi dahili, harici siyasetinde iki başlı ol-maktan kurtaramadı. İstiklalinde ve hayatı milliyesinde müşareket kabul etmeyen Türkiye’nin haziren ve zımnen bile olsa ikiliğe tahammülü yoktur. Asırlardan beri Türk milletinin sebebi felaketi ve ilanihaye fiilen ve ahden bir Türk İmparatorluğunun vasıta-i inkirazı olan hanedanın hilafet kisvesi altında Türkiye’nin mevcudiyetine daha müessir bir tehlike olacağı tecarib-i mütehammilane ile katiyen sabit olmuştur. Bu hanedanın milletiyle münasebettar olan her vaziyet ve kuvve-i mevcudiyeti milliyemiz için hükümet mana ve vazifesinde ihdas edilmiş olduğundan dünyevi ve uhrevi bilcümle vazaif-i mutevecciheyi ifa ile mükellef olan zamanı ha-zır hükümet-i İslamiyenin yanında ayrıca bir hilafetin sebebi mevcudiyeti yoktur. Hakikat bundan ibarettir. Türk milleti selameti muhafaza etmek için hakikate itti-badan başka bir hattıhareket ihtiyar edemez. Teraküm edegelen teşevvüşatın vazıh ve kati bir sürette halli için mevadı atiyenin bugün derakap ve müstacelen müzakeresiyle kanuniyet kesbetmesini teklif ederiz.
Şeyh Saffet (Urfa)

HİLAFETİN İLGASINA VE HANEDANI OSMANİNİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ MEMALİKİ HARİCİNE ÇIKARILMASINA DAİR KANUN (1) (2)

Kanun Numarası : 431Numarası: 431
Kabul Tarihi : 3Tarihi: 3/3/1924
Yayımlandığı R. Gazete Tarih : 6Tarih: 6/3/1924 Sayı: 63
Yayımlandığı Düstur Tertip: 3 Cilt: 5 Sayfa: 323

Madde 1– Halife hal’edilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.
Madde 2– Mahlu Halife ve Osmanlı saltanatı münderisesi hanedanının erkek, kadın bilcümle azası ve da-matlar Türkiye Cumhuriyeti memaliki dahilinde ikamet etmek hakkından ebediyen memnudurlar. Bu hanedana mensup kadınlardan mütevellit kimseler de bu madde hükmüne tabidirler.
Madde 3– İkinci maddede mezkûr kimseler işbu ka-nunun ilanı tarihinden azami 10 gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arazisini terke mecburudurlar.
Madde 4– İkinci maddede mezkûr kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku merfudur.
Madde 5– Bundan böyle ikinci maddede mezkûr kimseler Türkiye Cumhuriyeti dahilinde emval-i gayr-i menkuleye tasarruf edemezler. İlişkilerinin kat’i için bir sene müddetle bilvekâle mehakim-i devlete müracaat edebilirler.
Bu müddetin mürurundan sonra hiçbir mahkemeye hakkı müracaatları yoktur.
Madde 6– İkinci maddede mezkûr kimselere masarifi seferiyelerine mukabil bir defaya mahsus ve derecesi servetlerine göre mütefavit olmak üzere Hükümetçe tensip edilecek mebaliğ ita olunacaktır.
Madde 7– İkinci maddede mezkûr kimseler Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki bilcümle emvali gayri-menkulelerini bir sene zarfında Hükümetin malümat ve muvafakatiyle tasfiyeye mecburdurlar. Mezkûr emvali gayrimenkuleyi tasfiye etmedikleri halde bunlar Hükümet marifetiyle tasfiye olunarak bedelleri kendilerine verilecektir.
Madde 8– Osmanlı İmparatorluğunda Padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya merbut emvali gayrimenkuleleri millete intikal etmiştir.
Madde 9– Mülga Padişahlık sarayları, kasırları ve emakini sairesi dahilindeki mefruşat, takımlar, tablolar, asarınefise ve sair bilumum emvali menkule millete intikal etmiştir.
Madde 10– Emlaki Hakaniye namı altında olup evvelce Millete devredilen emlak ile beraber mülga Padişahlığa ait bilcümle emlak ve sabık Hazine-i Humayun, muhteviyatlariyle birlikte saray ve kasırlar ve mebani ve arazi Millete intikal etmiştir.
Madde 11– Millete intikal eden emvali memkule ve gayrimenkulenin tesbit ve muhafazası için bir nizam-name tanzim edilecektir.
Ek Madde 1– (Ek: 16/6/1952-5958/1 md.)
İkinci madde gereğince Türkiye`ye gelebileceklerin müracaatları halinde Türkiye`ye gelmek ve Türkiye`de ikamet etmek şartları aranmaksızın vatandaşlığa alınmalarına Bakanlar Kurulu karar verebilir.
————————————–
(1) 15/5/1974 tarih ve 1803 sayılı Kanunun 8 inci maddesi gereğince 16/6/1952 tarih ve 5958 sayılı Kanunla kadın mensuplara tanınan haklar, bu durumdan istifade etmek isteyen erkek mensuplar hakkında da uygulanır.
(2) Bu Kanun ile ilgili olarak; Mülga, 11/2/1964 tarih ve 403 sayılı “Türk Vatandaşlığı Kanunu”nun 46’ncı maddesine bakınız. (R.G:22/2/1964-11638)
Ek Madde 2– (Ek: 16/6/1952 – 5958/1 md.) İkinci madde hükmünden istifade edenler bu kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren umumi hükümler dairesin-de mal edinebilirler. Bu suretle Türkiye’de mal edinenlerden ölenlerin ikinci maddeden istifade edemiyen varislerine ait hisseler sulh mahkemesince bir sene içinde tasfiye olunarak tutarı kendilerine ödenir.
Ek Madde 3– (Ek: 16/6/1952 – 5958/1 md.) Bu Kanuna müsteniden yurda gelmek hakkını haiz olanlar 27 Ağustos 1324 ve 20 Nisan 1325 tarihli iradeler ve 431 sayılı kanun ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 245 sayılı tefsir kararı gereğince millete intikal etmiş olan bilumum menkul ve gayrimenkul mallar üzerinde miras sebebiyle veya diğer her hangi bir sebeple hak iddia ede-mezler.
Ek Madde 4– (Ek: 16/6/1952 – 5958/1 md.) Türkiye’ye gelenler veya Türk vatandaşlığını iktisap edenler (sultan, hanımsultan, kadınefendi, prens ve prenses) gibi hanedana nispet ifade eden elkab ve unvanları kul-lanmaktan memnudurlar. İkinci madde hükmünden istifade edenlerden memnuiyet hilafına harekette bulunanlar altı aydan iki yıla ve bu unvanları bu kimseler hakkında iltizamen kullananlar üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.
Madde 12– İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyülicradır.
Madde 13– İşbu kanunun icrayı ahkamına İcra Ve-killeri Heyeti memurdur.
431 SAYILI KANUNDA EK VE DEĞİŞİKLİK YAPAN MEVZUATIN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRDIĞI KANUN VE HÜKÜMLERİ GÖSTERİR LİSTE

Yürürlükten Kaldıran Mevzuatın
Yürürlükten Kaldırılan Hüküm Tarihi Sayısı Md.
431 sayılı Kanunun ve diğer kanunların Bu
Kanuna aykırı hükümleri ile 5371 Sayılı Kanun 16/6/1952 5958 2

431 SAYILI KANUNA EK VE DEĞİŞİKLİK GETİREN MEVZUATIN YÜRÜRLÜĞE GİRİŞ TARİHİNİ GÖSTERİR LİSTE

Kanun No: Farklı tarihte yürürlüğe giren maddeler Yürürlüğe giriş tarihi
5958 2 23/6/1952
1803 3, 4, 5 18/5/1974

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir